ÇIKAN KISMIN ÖZETİ

Fatma hayatı yaşamayı bilen, karşılaştığı olayları yorumlama ve olumlama yeteneği olan, bir süredir MS hastalığına bağlı sorunları çözmeyi başardığı için çay-kahve ve sosyal hayatı ile barışmış üstüne endişe duymadan 3,5 saatlik Kenan Doğulu konserine gitme planı yapmış genç bir kadındır.

Mehmet yakın zamanda aldığı MS tanısı sonrası, yıllar içinde dişiyle tırnağıyla, gece gündüz çalışarak kurduğu işyerini ve gündelik hayatını fazlasıyla boşlamış, hayalini kurduğu hiçbir şeye ulaşamayacağını düşündüğü için kaderine küsmüş genç bir erkektir. Uzun zamandır dışarı çıkmayan Mehmet, askerden dönen arkadaşını kıramadığı için evden çıkıp bir konsere gitmeye ikna olmuştur…


“Tam üç buçuk saatlik canlı sahne performansı… Herkesin yapabileceği bir şey değildi ve Kenan Doğulu’yu yaşayan efsanelerden biri yapan da aslında buydu… Kimbilir kimlere ne ilhamlar vermiş olan bu şarkılar az sonra iki küçük hayat için bambaşka bir anlam ifade edecekti… Şarkılar, benzersiz sahne şovlarıyla birbirini izlerken, o sıra bir sessizlik oldu… Tüm ışıklar söndü ve sahne siyaha büründü. Ardından siyahın içinden filmlerden tanıdığımız, kırmızı dev bir kalp atışı sinyali belirdi sahnede… Sonra bir tane daha, bir tane daha… Bir kalp atmaya başlamıştı… Bir şeyler canlanıyordu sanki… Evet, tahminler doğruydu, bu o çok sevdiği “doktor” şarkısının girişiydi…

“Doktor derdime bul bir çare, ona dayanamıyorum yaz bir reçete…” Fatma’nın şarkısı çıkmıştı işte… Şarkının başlamasıyla birlikte daha fazla kabına sığamayan Fatma, “Vuuuu” nidasıyla, arkadaşı Merve’nin hayret dolu bakışları eşliğinde yerinden fırlayıverdi… O dakika elindeki kahveyi hemen ön sırasında oturan, en başından beri bu konser ortamında fazlaca ruhsuz duran kumral çocuğun omzundan aşağı boca etmeyi başarmıştı…

Mehmet, omzunda hissettiği ıslaklık sonrası, bıkkın mı yoksa sinirli mi olduğuna tam karar verememiş bir yüz ifadesiyle ayağa kalkıp döndü arkasını… Ağzından tek kelime bile çıkmasına fırsat vermeden gülümseyerek atıldı Fatma: “Merak etme düşük kalorili, şekersiz ve soğuk bu kahve…” derken, bir yandan da ıslak mendilini çıkarmış omzundaki kahveyi temizlemeye çalışıyordu… Mehmet’in yüz ifadesi şaşkınlıkta karar kılmışken, bizim kız lafı ağzına tıkıvermişti: “Hem fena mı oldu bak sana da bir hareket geldi, iki saattir vicdan azabı gibi oturuyorsun yerinde…” Mehmet’in ketum yüzü belki de aylar sonra ilk kez istemsizce gülümsemişti, bu kabahatli, cüretkâr ve bir o kadar da enerji dolu, cıvıl cıvıl kız karşısında… Diyecek bir şey bulamadı, durumu kabullendiğini belirten bir yüz ifadesiyle tekrar yerine oturdu… Fatma bugüne kadar kimsenin ne gömleğini ne de eğlencesini mahveden kişi olmuştu, gönlü razı gelmedi, eğilip kulağına “Kahvem boşa gitti, ama şarkı hala devam ediyor, hadi kalk bari bu boşa gitmesin, hem biliyor musun bu benim şarkım” diye bağırdı… Laf aramızda; her gün erkenden pili biten o Fatma gitmiş, yerine “insan şarj aletini”ni keşfedip ilk olarak kendi üzerinde denemiş yerinde duramayan bir Fatma gelmişti resmen…

Mehmet arkadaşı Eray’ın da ısrarlı bakışlarıyla bu davete daha fazla kayıtsız kalamamış ayağa kalkıp ritim tutmaya ikna olmuştu. “Doktor derdime bul bir çare, ona dayanamıyorum, yaz bir reçete…” Yüzünde zoraki bir gülümseme müzikle isteksiz salınım hareketleri yapan Mehmet bir taraftan da derdinin bir çaresi olmadığını düşünüyordu… “Ne dertsiz insanlar var şu hayatta” diye geçirdi içinden… “Kıza bak en büyük sorunu şarkının boşa gitmemesi”…

Fatma ise şarkıya eşlik ederken boş durmuyor, gömleği yüzünden tuhaf bir sorumluluk hissettiği bu “kumral çocuğu” anlamaya çalışıyordu… Özensiz bırakılmış sakalların örtmekte zorlandığı mutsuz bir yüz, beni bu adamdan kurtarın diye bağıran ütüsüz siyah bir tişört, bağcıkları üstünkörü bağlanmış ayakkabılar… Teşhis ortadaydı, bu adam bir çeşit yastaydı ve belli ki sevgilisinden daha yeni ayrılmıştı!

Şarkı bittiğinde alkış kıyamet kopmuş, o sıra Fatma bir şey fark etmişti… Cep telefonu cebinde yoktu! “Hayallah” dedi arkadaşına “Merve benim telefon yok, bi çaldırsana, düşürdüm galiba”… Mehmet ister istemez bu ilginç, deli dolu kıza kulak kesilmekten kendini alamıyordu. Ama pek de oralı olmak istemiyordu… Birden ayaklarının altında yanıp sönen bir şey gördü. Evet, telefonu da tıpkı Fatma’nın elindeki kahve bardağı gibi uçmuş ve onun kıta sahanlığına düşmüştü… Telefonu aldı ve “Sanırım telefon size, Mermermerve arıyor” dedi… Fatma bu kısa süreli krizin hemen çözülmüş olmasına çok sevinmişti. Telefonu aldı ve cevapladı, “Tamam Mervecim telefonu buldum, öndeki kumral çocuk üstünde biraz tepinmiş sadece sorun yok” dedi gülümseyerek…

Mehmet son birkaç dakikada sanki yaşadığı karanlık dünyadan sıyrılmış ve bu deli kızın gerçekliğine alışmaya başlamıştı… İçinde bir yerde, tam da kalp nahiyesinde, tuhaf bir ferahlık hissetti… Konuyu uzatmak yerine elini uzattı, “Mehmet ben, kumral çocuk” dedi… “Fatma ben de, sakar sultan…” diyerek elini sıktı Fatma…


Fatma’nın içindeki yaşama sevinci, tıpkı bir mutluluk mıknatısı gibi olumsuzluklardan bile güzel bir şeyleri bulup kendine çekmeyi başarıyordu. Mutluluk bir güneş gibi ışıldamakla başlıyor ve o ışık, çevreye kalpleri ısıtan bir sıcaklık ve insanı ferahlatan bir aydınlık yayıyordu… Hayata her koşulda pozitif bakabilme erdemi, kişinin ancak bunun öneminin farkına varması ile mümkün olabilirdi… Hayat, siz planlar yaparken karşınıza geçip kollarını bağlar ve gülümserdi… Başladı dediğin biterdi bazen ve bitti sandığın başlardı birden


Konser sonrası artık bir yerlere gidip bir şeyler içmek şart olmuştu. “Bir kahve?” dedi, Mehmet “Şekersiz ve az kalorili…” Fatma ağzını açmadan Eray atıldı… “Kahveyi boş verin karnımız acıktı yahu, şöyle bol sebzeli İstanbul usulü bir kokoreç yemeyelim mi?” Fatma, Merve’ye baktı, sonra döndü “Ben hayatım boyunca hiç kokoreç yemedim ki” dedi… Hayata dair ders verme sırası Mehmet’e gelmişti “Gerçekten mi, kokoreçsiz geçen bir hayata hayat mı denir!” “Neden olmasın” dedi Fatma “Hayat kısa, kuşlar uçuyor… Hadi bağırsak yiyelim!”


Gece gezmesi ayrı güzeldir İstanbul’un, uyuyanlar çekilir ayakaltından ve ortalık yaşamak isteyenlere kalır…  Mehmet o gece evin kapısından dışarı çıkarken, hayatını sonsuza kadar değiştirecek önemli bir adım atmıştı aslında… Henüz bunun tam farkına varamasa da oturdukları o kokoreççide Fatma’yla konuşurken tüm yaşadıklarını, hastalığını, endişelerini kısa bir süre de olsa unutuvermişti… Fatma ise onu “eski sevgili yası”ndan yavaş yavaş kurtarmaya başladığından emindi artık… Bodoslama soruverdi? “O mu terk etti seni?” Mehmet “Kim?” dedi şaşkınlıkla… “Belli ki anısı henüz taze, sevgiliden ayrılmak koyar tabi insana, yas dönemindesin, geçer ama merak etme” dedi… Mehmet baltayı taşa vurduğunu anlatırcasına başını iki yana sallayarak “Hayır, çok uzun zamandır sevgilim olmadı, yani zamanım olmadı buna” dedi… Fatma pot kırmış olma ihtimaliyle telaş yapmıştı “Kusura bakma, birini mi kaybettin yoksa? Umarım anan-baban filan diildir!…” Mehmet konuyu net bir şekilde kapatmak istercesine “Hayır, ölen filan yok, yas da yok, ben iyi…” derken sustu… “Ben iyiyim” diyememişti…

Fatma gerçekten anlamak istercesine sordu “Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki?”  dedi sağ bacağını ovalarken… Mehmet, uzun zamandır duymadığı bu çok sevdiği sözü duyunca birden kendine geldi… Heyecanla atıldı “Kargo ilk albüm, gece fanzini şarkısından bu söz!” Fatma “Vaay etkileyici, demek biliyorsun… Ama o ilk albümleri değil” dedi bilmiş bir tavırla… “Yani Kargo’yu efsane bir grup yapan kadronun ilk albümü o, yoksa ben de biliyorum ikinci sayılır…” Belli ki önemli bir ortak nokta yakalamışlardı…  “Yalnızlık mevsimi albümü ayrı bir yerdedir benim için, hey gidi, niye dağıldılar ki!” Fatma’nın sağ bacağıyla başı biraz dertteymiş gibi görünüyordu, ovalıyordu ama aldırmıyordu…“Evet ya, bu grupların derdi ne ki dağılıp duruyorlar, dağılacaksanız sevdirmeyin canım kendinizi bu kadar… Üzülüyoruz sonra…” Mehmet Fatma’nın haline daha faza kayıtsız kalamamıştı… “Sen iyi misin? Zıplarken ayağını filan mı burkmadın ya?” …“Yok” dedi Fatma, “bu bacağım bazen böyle kasılmasa varlığından haberdar bile olmayacağım!” Mehmet pek bir şey anlamamıştı ve bunu o kadar belli etmişti ki Fatma açıklama gereği hissetti… “Ben bir süredir hayatımda MS’i konuk ediyorum da, o da işte kendini böyle hatırlatıyor bazı zamanlarda…”


MS’li bireylerde zaman zaman özellikle kollarda ya da bacaklarda olabilecek spastisite adı verilen geçici ya da sürekli katılık ve kasılma yakınmaları görülebilmektedir. Bu durum kişide ağrı ve fonksiyonel bozukluklara yol açabilmektedir. Klinikte sıklıkla muayene bulgularına göre gerekirse ağızdan alınan bazı kas gevşetici ilaçlarla ya da botox enjeksiyonu gibi yöntemlerle spazm olan bu kaslarda rahatlama sağlayabilmekteyiz…


Tuhaf bir geceydi evet, başından beri pek çok şey sıradışıydı… Hiç hesapta yokken karşısına çıkan bu gerçeküstü eğlenceli ve yaşam dolu kız, az önce MS hastası olduğunu mu söylemişti? Ya da uzun zamandır bu kadar iyi hissetmeyen beyni ona tuhaf bir oyun mu oynuyordu Mehmet’in… Doğru mu anlamıştı, MS mi demişti? Mehmet kendi küçük dünyasında oldukça büyük bir şok yaşıyordu…  “MS mi dedin, ben mi yanlış anladım?” dedi Mehmet… Fatma “ Evet, ilk kez duyunca şaşırıyor tabi insanlar bu hastalığın adını… MS… Multiple skleroz yani…”

“Yok… İlk kez duymadım” dedi Mehmet başını öne eğerek, “Tam 8 ay önce doktorumun ağzından duymuştum ilk kez, ondan beri kafamın içinde dönüp duran sadece iki hece var… Emes…”

Bazı olağan geceler vardır, olağandışı olayların yaşandığı… Ve o gecelerde gezmesi ayrı güzeldir İstanbul’un… Uyuyanlar çekilir ayakaltından ve ortalık yaşamak isteyenlere kalır… 

Devam edecek…



Bağlantıyı kopyala